İŞTE BENİM ASOSYAL DÜNYAMIN DİĞER UNSURLARI

http://www.facebook.com/Volkangucluerr



22 Aralık 2012 Cumartesi

Dört Duvar!

    

     Geçenlerde "Ankara'da ne yapılır?" diye her gördüğüme sordum gerek çevreme, gerek okuluma, gerekse sosyal medya'dan tanımadığım insanlara... Çünkü cevabını çok merak ediyordum, bakalım insanlar neler diyecek, neler yapıyorlar diye düşünüyordum. Çevremdeki ve okulumdaki insanlara sorduğumda cevaplarını az çok tahmin etmiştim. Çoğunun da kafa yapısını bildiğim için sağlıklı, objektif bir analiz olmayacağını düşünerek bu sorma işini sadece sosyal medyayla kısıtlandırdım. Tanımadığım insanlardan gelen yanıtlar beni daha çok etkiledi ve onlarca cevap almış oldum bence bu şekilde daha sağlıklı bir sonuç elde etmiş oldum. Gelelim sonuçlara... İlk baştaki amacım, sayı sayı verip o korkunç tabloyu gözler önüne sunmaktı ama sonradan hem sıkıcı olacağını, hemde klasik bir istatiki belge niteliği taşıma sıfatını yaftalamasından dolayı yapmama kararı aldım. Neyse çok uzattım haydi sonuçlara göz atalım:

  • Ezici bir çoğunluk(!) "Ankara'da avm kültürü gelişmiştir. Sinema + alışveriş" dedi.
  • Bazıları, "Kitap fuarı açıldı, oraya gidebilirsin." dedi.
  • Bazıları, "Müzelere, tiyatrolara filan git" dedi.
  • Bazıları, "Bahçeli'ye, tunalı'ya filan gidilir orada bir kafe'ye oturulur" dedi.
     Şimdiyse, bu yazılanları ele alalım. En başta o klişe lafı kullanmak istiyorum. Ankara'da deniz var da biz mi gitmiyoruz?! Eğer deniz olsaydı, ilk sırayı alacağı yadsınamaz bir gerçekti.

     Genel olarak zihinlerde 'gezme' denilince akla neden ilk avm'ler geliyor?! Zaten sürekli dört duvar içinde değil miyiz! Nedir bu dört duvar aşkı?! Oraların cazibesi, yıllardır bitmek bilmeyen cezbetmesi nedir? Hiçbirinin albenisi yok eminim ama oradaki şuursuz kalabalık(!) bazı yerlerde yanlış olduğunun açıkça göstergesi... Geçenlerde bir yazı dikkatimi çekti ve çok doğru söylüyordu. Sorarım size neden "Alışveriş merkezlerinde hiç pencere yok da her yer kapalı?" cevap oldukça basit. İnsanlara zamanın nasıl geçtiğini göstermemek için... İnsan o dört duvarın içine tıkılıp, kendinden geçmiş bir şekilde pervasızca zaman harcıyor. Avm'lerde yapılacaklar belli aslında insan ya alışveriş yapacak, ya yemek yiyecek, ya da sinemaya gidecek. Belki de bu üç seçeneği aynı anda sunduğundan mıdır, yoksa insandaki bu dört duvara tıkılma aşkı mıdır bilinmez avm kültürü insandan insana yayılan bir mikrop gibidir.

     Gelgelelim, kitap fuarına... Kitap fuarını epeydir bekliyordum. İçerideki atmosfer gerek organizasyon, gerekse yer seçimi, gelen konuklar, yazarlar bakımından oldukça güzeldi yalnız İstanbul'da yapılan bir Tüyap kitap fuarı değil hatta Tüyap'ın t'si bile değildi. Çok yavan bir fuardı. İnşallah ilerde istediğim çıtaya yükselir. Cevap olarak ele aldığımızda; kitapsever biri olarak iyi bir cevaptı bence ama yılın belli bir zaman diliminde yapılan bir fuar olduğu için genelleme içine alamayıp, hemde sıklıkla yapılacak aktiviteler arasına koyamayız. 

Müzeleri ve tiyatro'yu ele alalım bakalım. Tiyatro, ben kendimi bildim bileli hak ettiği değeri bir türlü alamamıştır. Gerçek sanatın orada olmasına rağmen, sinemanın hep bir adım gerisinde kalmıştır. Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; insanlar tiyatrolara yeterli ziyaretçinin olmadığından şikayetçiler ama ben öyle düşünenlerden değilim; çünkü sıkı bir tiyatro izleyicisiyimdir bazen günlerce tiyatro bileti bulamadığım olmuştur. Madem izleyici yok da benim günlerce beklediğim oyunları inler, cinler mi izliyor?! Tiyatroseverler, tiyatrosuna sahip çıkıyor, değeri veriyor ama bir sinema izleyici sayısı kadar değil. Ankara denilmişken müze olarak Anıtkabir akla ilk gelir. Atamızı tabiki de ziyaret etmeliyiz. Bu tiyatro ve müze seçeneği beni en mutlu eden cevaptı. Bu cevabı söyleyen insanlar cidden mutlu ettiler beni.

     Sonuç olarak, kafe ve eğlence kültürünün vazgeçilmez ve yegane uğrak yerleri: Bahçeli ve Tunalı. Evet küçüklü büyüklü birçok kafenin, barın, restaurantın süslediği güzel yerler. İnsanlar bu koşuşturmanın içinde buralarda soluklanabilir. Konsept kafelerin kendi sunduğu birçok seçenekle insanlara daha çekici gelebilir, gelmeli de.Yaşlıya, gence her kesime hitap eden güzel yerler. Eğlence demişken de birçok bar buralarda mevcut.

Aklıma gelmişken söyleyeyim şu da bir Ankara gerçeği ki kızılay YKM önü ve karanfil'deki dost önünde buluşmak bir Ankaralı klasiğidir. Ankaralı olmak ve ankarada yaşamak güzel!



12 Aralık 2012 Çarşamba

Yastıkların Gözünden Yastıkaltı Yatırımı

Yıllardır başımızı koyduğumuz yastıklar şu sıralar Garanti'nin yepyeni kampanyasında dile geldi. Yastıkaltı yatırım hakkında, işin uzmanları olarak son noktayı koyuyorlar.

Türkiye'nin çok sevdiği isimler: Özkan Uğur, Mazhar Alanson, Bartu Küçükçağlayan ve Gupse Özay'ın sesleriyle hayat verdiği yastıklar yastıkaltı biriktirme alışkanlığı üzerine neşeli yorumlar yapıyor, çektikleri çileyi dile getiriyorlar.

Birikim yapmanın daha güvenli ve kazançlı çözümlerinin artık vaktidir, diyor. Hem sosyal ağlarda hem de kendi ağızlarından maceralarını anlatıyorlar.

Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile 'Yeter artık' dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.

Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle 'Altın Salısı' hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.

NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.

Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgi buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag’inde.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

11 Aralık 2012 Salı

Rutin'e İnat!


Her dünün yarınını yaşıyoruz insanlık olarak...

Hergün süregelen kısır döngüler...

Güneşin ilk ışıklarıyla daha kargalar kahvaltı yapmadan, horozlar ötmeden tek gözümüz açık diğeri yarı kapalı, yarı baygın bir şekilde telefonun alarmını beşer dakika erteleye erteleye daha çok uyumak istemeye çalışıp, en sonunda da alarma yenik düşüp sıcacık yataklarımızdan kalkıyoruz. Sabahları kahvaltı şart dayatılmasından dolayı her gün zorla da olsa kahvaltımızı yapıyoruz. Giyinip, dişimizi fırçalayıp evden kendimizi dışarı atıyoruz. Üç kuruş kazanmak için işe/üç kuruş kazanabilme becerimiz olması için okula gidiyoruz. Bütün günümüz dirsek çürütmeyle geçiyor. Günün kazancı: bolca stres, beden ve kafa yorgunluğu...

Koşarak, bir yerlere bir şeyler yetiştirerek geçiyor hayatımız boştan yere. Ödevler, işler güçler, projeler,sorumluluklar var bizleri bekleyen... Hepsi günlük şekilde yapılması zorunlu olan zorunluluklarımız. Etrafımızda gelişen olaylardan tamamen uzak, robot misali programlanmış bir yazılım harikasıyız hepimiz. Klonlanmış koyundan ne farkımız var ki! Ye, iç, uyu, uyan, çalış. Hayatımız sadece bunlardan ibaret, bu beş eylemi gerçekleştirebilmek için yaşar hale geldik; robotlaştık resmen... Robot bir insandan yeni şeyler beklemek imkansızdır. Çünkü yeniye, gelişmeye doğası gereği aykırıdır. Planlanmıştır, haliyle yadırgar ona farklı gelen şeyleri...

Gün geliyor artık tamam burda durma vakti, benden bu kadar demek geliyor; çünkü rutin insanoğlunu boğar, yaşama enerjimizi alır. Artık dayanacak güç kalmadığında çantamı alıp, doğaya kaçmak istiyorum. Doğada, bizleri bekleyen işler yoktur; oranın da kendine göre zorlukları vardır ama rutin değil her gün yeni şeyler yeni aktiviteler... En azından kafamız rahat olur.

Bazende bu hengamenin içinde insan monotonluğa, ağır tempoya ayak uyduramayıp olayların gerisinde kalıp, hayatı izlemeli. Düşünmeli, hayatın bu hızlı adımlarında kamlumbağa olmalı emin adımlar atmalı ama kendini yıpratmamalı. Çevremizde insanları bekleyen binlerce güzellik var sadece insanoğlu 'bakmak' ile 'görmek' eylemlerinin farkına varabilmeli. Velhasıl hayat bizi yordu. Koşmak yok artık, rüzgara kendimizi kaptırıp, rüzgarın savurduğu yere gitme vakti...